Gerçekte Nelerden Korkmalıyız?

Dilinizden korkunuz yalnız ve ellerinizden:

İnsan aklını özgürce kullandığı andan itibaren her iyiyi ve her kötüyü kendi seçimleriyle yapar. Özgür iradelerimizle hayrı ve şerri seçme hakkımız vardır.

Kendi yolumuzu kendimiz çizeriz. Hani hep deriz ya: “Her koyun kendi bacağından asılır, ne ekersen onu biçersin.” İşte bu veciz atasözleri bu gerçeği ne kadar güzel bir şekilde anlatırlar. Biz bu seçimlerimizi aklımızın özgürlüğü altında önce düşünürüz. Düşüncelerse el ve dil ile eyleme dökülür. El ve dil ile eylem haline dönüşmemiş olan düşüncelerden dolayı kimse sorumluluk taşımaz. Çünkü onlar henüz yaşama indirgenmemiş ve iyi ya da kötü bir sonuç doğmasına sebep olmamıştır. İşte bu ince çizgide daima düşüncelerimizin eyleme dönüştüğünde sonuçlarının neler olacağı ile ilgili de düşünmek, seçimlerimizi, hareketlerimizi sonraya bırakmalıyız. Burada aklımız bir kez daha düşünerek, iş yapması gerekiyor. Ben bu düşündüğümü yaparsam ne gibi sonuçlara sebep olurum. Bu düşüncem iyi mi yoksa kötü mü?

Elbet insanın sonuçları tahmin edemeyeceği durumlarda söz konusu olabilir. Tecrübelerimizin önemi de burada ortaya çıkıyor. Akıl tecrübelerimizin ışında parıldar. Her tecrübemiz bizler için bulunmaz birer fırsattır. Tecrübelerimizin üzerinde düşünmek, aklımızla yeni sonuçlara varmak düşünen olgun bir insanın görevidir. Tecrübeleri hiçe saymak onlar üzerinde hiç düşünmemekse boşa zaman kaybetmektir. Yaşadığımız olaylar üzerinde düşünürken kendi kendimize şu dört soruyu sormamız bizi hızlandırır.

“1. Doğru mu?

2. Faydalı mı?

3. Gerekli mi?

4. Zorunlu mu?

Bu sorulara olumlu yanıtlarla cevap verebiliyorsak bir de bunların tersini düşünerek o eyleme sokacağımız düşüncemizi test etmekte fayda olacaktır:

1. Yanlış mı?

2. Faydasız mı?

3. Gereksiz mi?

4. Zararlı mı?

Bu işlem adeta bir aritmetik işleminin sağlaması gibidir. Bayağı bir iş yapmak gerekli değil mi? Bu sebeple acele hareketlerden daima kaçının. Sakinlik sevginizin en güzel dostudur. Sakinliğinizi koruduğunuzda hareketlerinizi azgın bir at gibi düşünüp onun gemini sıkı tutup kontrolü elden bırakmadığınızda hareketleriniz ve davranışlarınız sizi o denli olumlu sonuçlara götürecektir. Kendi kendinize hep “SAKİN….” Deyin. Önce her durumda sakin olmayı başarın. Sonrası da elbet gelecektir. Şöyle bir dört yanınıza baktığınızda sizin dışınızdaki insanların davranışlarını gözlemlediğinizde sakinliğin ne denli önemli olduğunu anlayacaksınız. Mademki her şerrin başını kötü düşünceler başlatıyor, öyleyse işe düşüncelerden de işe başlamalıyız.

Kötü düşünen korksun: 

Kötü düşünceler her şerrin başı. O zaman bu kötü düşüncelerin doğmasına sebep ne? İnsanın içinde iki kişilik var gibidir. Biri bizi iyi olana diğeri ise kötü olana yönlendirir. İyi de, aklı olan insan iyi ile kötüyü neden ayırt edemez? Neden iyi olan dururken kötüye meyleder. Bu aslında insanın eğitemediği nefsani takıntılarından kaynak bulur. Maymunları yakalamak için avcılar içi oyulmuş bir Hindistan cevizinin içine onları çok sevecekleri yiyecekleri koyarlarmış. Hindistan cevizleri de bir yere bağlı olurmuş. Maymun o sevdiği şeyi almak için elini Hindistan cevizinin içerisine soktuğunda avucunu kapatır ama elini çekmek istediğinde eli boşken rahatça çıkarabileceği o delikten bu defa eli dolu ve avucu kapalı olduğundan, elini bu defa dışarı çıkartamazmış. O zaman da avcılar onu zahmetsizce yakalarlarmış. İnsanın ne farkı var ki! O kopamadığı ve sahip çıktığı olumsuz düşünceleri de insan bir türlü bırakmıyor ve korkularının esiri oluyor. İçinizde söküp atamadığınız bir sıkıntı varsa şimdi, mutlaka bir başka şeye el uzatıp sıkıca tuttuğunuzdandır. Gelin onu bırakın ve kendinizi özgürleştirin. Yoksa sizi yanlışa düşürecek olan o içinizdeki ikinci sese olan esaretiniz devam edip gidecektir. Böylelikle de boş yere zaman kaybetmiş olacak, kendinizi geliştirmek için harcayacağınız onca zamanınız boşa akacaktır. Boşa koşan çabuk yorulur ve boşuna.

Siz hani, şekle önem verip utandıklarınızdan değil de, gerçeği bildiğiniz halde sakladıklarınızdan korkunuz:

İnsan bazı durumlarda gerçeği gerçekten bilir, fakat bunu bir türlü itiraf etmez. Sanki o eskiden yanlış düşündüğü ve doğruluğunu bir vesile öğrendiği gerçekleri kendine  ya da başkalarına itiraf ederse o yok yere değer verdiği başkaları sanki ona kötü gözle bakacaklarmış, döneklikle itham edeceklermiş gibi gelirde itiraftan hep uzak durur. Oysaki insanın yanlışını fark etmesi ve “Yanılmışım” demesi ayrı bir olgunluktur. Hepimiz hatalı olabiliriz, yanlışlara düşebiliriz. Gerçek erdem bunları fark edince boynumuzu eğmeyi bilmektir. Gerektiğinde af dilemek, bağışlanma dilemek, özür dilemektir. Bunlar insanı yüceltici değerlerdir. Gerçek erdem utancımıza rağmen bunları yapabilmektir. Aslında böyle insanları herkes daha fazla sever. Onları daha çok beğenir. Kimse hakir görmez. İşte böyle davranışlar sergileyebilmek gerçekten korkusuzluk değil midir? Şöyle bir düşünün bakalım siz ne düşünürsünüz, siz ne yaparsınız?

Haklıların haklarından korkunuz: 

İnsan için, sevgi nasıl bir kutsal değerse, hak da bir o kadar kutsal değerdir. Bu ikili yaşamlarımızda adeta ayrılmaz bir parça gibidir. Biri var diğeri yoksa eğer bir yanlış var demektir. İnsanlar yanlışın çizgisini hep burada saptırırlar. Sevgiyle davranmak isterlerken haksızca bir iş yaparlar. Hakça adaletli olmak isterlerken sevginin dışına çıkarlar. Örneğin evli bir insan karşı cinse sevgi dolu davranacağım derken kendi eşine karşı bir haksızlığın içerisine düştüğünü anlayamaz. Ya da bir başkasına hakça davranacağım derken bir başka sevginin sınırlarını zorladığını fark edemez. İşte insanların yaşamlarında son derece dikkat edilesi bir meseledir bu. Hak ve sevgi kardeşliği. Birinin bir koyunu varmış, bir diğerinin yüz. Yüz koyun sahibi demiş ki: “Sendeki koyunu da bana ver ben yüzüne bakarken nasıl olsa seninkine de bakabilirim”. Ama tek koyun sahibinin tüm neşesi o biricik koyunuymuş. Vermek istememiş tek koyununu. Siz olsanız versin mi derdiniz koyununu, ne dersiniz? Yüz koyun sahibi koyunlarına hakça davranacağından emin ama arkadaşının gönlündeki sevgiyi hiç düşünmeden hareket ediyor. Hayatlarımızda birçok olayda buna benzer senaryolar gelir başımıza hak derken sevgiyi ezer geçeriz, sevgi derken hakkı çiğneriz. İkisi bir olmalı hem de iyi de ve doğruda bir olmalı değil midir? Düşünün bakalım bunun üzerinde. Birçok probleminizin cevabını bulabileceksiniz. Hani o doğru ile yanlış arasındaki kıl boyu farkı eminim ki keşfedeceksiniz. Ben sizlere güveniyorum. Çünkü hepinizin pırıl pırıl çalışan akıllarınız var.

Yalanda olmak, ayrılıkta olmaktır ki, sizin için en korkulacak şey, işte budur:

Günümüzün büyük problemlerinden biri de yalan. İnsanlar öyle rahat kullanır oldular ki. Kimse düşünmüyor ki bu nereye kadar sürecek. Boyna yalanlar yalanlarla örtülmeye çalışılıyor. Biri birini kandıran kandırana. Ben yalan söylemeyi günümüzün en belalı hastalığı olarak görüyorum. İnsanlar ciddi hastalıklara düştüklerinde hemen tedavi için kolları sıvıyorlar. En belalı hastalık dediğimiz kanserin en belalı tedavisi olan kemoterapiye onay verebiliyorlar. Ama yalan için kollarını kıpırdatmıyorlar sanki yokmuş gibi davranıyorlar. Yalan söylediklerini, yalan davrandıklarını, yalan tavır sergilediklerini de bal gibi biliyorlar. Ama onların gözüne bu tamamen zararsızmış gibi gözüküyor. Halbuki ne kadar yanılıyorlar! Birde yalanın mutlaka sonunda ortaya çıkan bir davranış olduğunu bilselerdi acaba ne yapardı? Çünkü yalanı kendilerine yol edinenler yalanlarını hep yeni yalanlarla örtmek durumunda kalıyorlar. Sırtlarındaki küfenin ağırlığını hep daha da arttırıyorlar. Oysaki içlerindeki vicdanları onları doğruya çekmek için daima bir pusulanın kuzeyi gösterdiği gibi onlara doğru olanı gösteriyor. Ama ne yazık ki insanlar vicdan pusulalarına hiç aldırış etmiyorlar. Yalandan, aldatmaktan korkunuz. Aldatanın, aslında en çok aldanan olduğunu hiç unutmayınız.

Tek ve yalnız olan korksun:

Hayatlarımızda en kötü hal yalnız kalmaktır. Dostlarımız, arkadaşlarımız, yakınlarımız bizler için en kıymetli olanlardır. Yalnız insanlar sevgi alışverişinde çok kısır bir haldedir. Oysa biz biliyoruz ki sevgi bizim için yaşam enerjimizin en büyük gücünü sağlar. Sevgi bizi yaşatır. Daha ileride sevgi konusunu sa başlı başına inceleyecek ve onun ne denli önem taşıdığını da göreceğiz. Dostu olmayanların hali, zafiyet çeken hastalara benzer. Çünkü yalnız olanlar güçsüz ve cesaretsizdirler. Oysaki, iyi dostluk iyi geleceğin şerbetidir.Çevremizde en çok yardıma ihtiyaç duyan insanlar yalnızlardır. Yalnızlar için her yer karanlık, yalnızlar için iş çok zordur. Hiçbiriniz, hiçbiriniz için yalnızlık dilemeyiniz.

Gönül kırmaktan korkunuz:

Yunus Emre der ki: “Gönül Çalap’ın tahtı, Çalap gönle baktı, kim bir gönül yıkarsa, iki cihan bedbahtı” (Çalap, Bizi Sevgisinden Vareden’in bir ismidir). Yunus Emre ne kadar güzel söylemiştir. Bizler gönüllere çok kıymet verirsek. Gönlün aslında Yaratan’ın yeri olduğunu düşünürsek ve hiç gönül kırmamaya dikkat edersek çevremizdeki herkes ile dost kalabilir, sevip değer verdiklerimizi kaybetmez, kendimizi yalnızlık batağına sürüklemeyiz. Bu yüzden de gönül kırmaktan korkmalıyız. Bizler gönüllere girebilmek için çabada olmalı gönül yıkmaya değil gönül yapmaya, gönül almaya, çalışmalıyız.

Her şeyiniz tamam olduğu zaman, darda olanı unutacak hale gelmekten korkunuz:

İnsan kolay kolay kendinden başkasını düşünmez. İnsan menfaatine iyi gelen, hayrına olan bir şey arar yalnızca. İnsanlar ganimet almayı, onlar haksız kazanmayı, onlar mal tutmayı, onlar yalan söylemeyi, onlar nifak sokmayı, onlar alay etmeyi, onlar yıkmayı, kırmayı, onlar ayrılıkta olmayı severler. Gerçek sevilecek olanın ne olduğunu bilmediklerinden. Oysaki bu halleri ona hiçbir gerçek kazanç getirmez. O kazanıyorum zannederken kaybeder aslında. Güzel olan biri birimize dönük yaşamaktır. Biri birimize sırtımız dönük yaşamak değil. Aldığımız zaman alamayanları, sağlıklı olduğumuzda sağlıksız olanların halinden anlamayı, tokken aç olanın halini anlamayı bilmek ne güzeldir. O zaman sahip olduklarımızın kıymetini ve değerini daha iyi anlar ve bilir oluruz. Aslında hepimizin biri birimize ihtiyacı vardır. Darda olanlar olmasaydı bizler iyilik yapabilir miydik? İyinin değerini ve güzelliğini bilebilir, onun verdiği mutluluğu tadabilir miydik?

Gıybetten çok korkunuz:

İnsanların arasını açan, dostu düşman, düşmanı dost yapan gıybeti sizler dedikodu olarak bilirsiniz. Yerdiğiniz kimse yanınızda yokken onun yüzüne karşı söylemeye çekineceğiniz kötü yanlarını bir başkasına anlatmak, o yanınızda değilken onunla alay etmek gibi çok çirkin bir davranış tarzıdır. Karşımızdaki konuştuğumuz kişi ile de aralarının açılmasına sebebiyet verir, sevgiye engel koymuş oluruz. Aslında gıybetini yaptığımız kişiye karşı kendi gönlümüzü de soğutmuş oluruz. Oysaki gerçek kazanç gönüllerimizdeki sevgiyi daima arttırmaya ve büyütmeye çalışmaktır. Bu kötü davranışın bize ya da konuştuğumuz kişiye getireceği hiçbir fayda yoktur. Zararı ve yıkıcılığıysa çoktur.

Yoksulluğa düşmekten korkmayınız. Sevmemekten, sevilmemekten korkunuz:

Huzura giden yol sevgiden geçer. Çünkü huzur sevginin kardeşidir. Tüm insanlar hayatta huzur istemezler mi? İnsanın maddeye düşkünlüğü daha huzurlu ve rahat yaşayabilmeyi düşündüğünden, öyle olacağını umduğundan değil midir? Sevemeyen, sevilemeyen insan ne kadar zavallıdır. Öyle fakir insanlar vardır ki en zenginlerden daha mutlu daha huzurlu. Birçoğunuz “Damdaki kemancı” filmini ya da tiyatrosunu seyretmiştir. Oradaki şarkıda fakir ama köylü olan babanın bir tiradı vardır: “If I were a rich man = Eğer zengin bir adam olsaydım!” der durur. Ve şarkının sözlerinde fakir olmanın utanç verici bir durum olmadığını söyler. Halbuki o hayatından çok memnundur, huzurlu ve mutludur. Ona bu huzuru ve mutluluğu veren kızları eşi ve onlarla aralarında olan sevgi alışverişidir. Seyretmediyseniz mutlaka seyredin. O zaman başlığımızın önemini görerek yaşayacaksınız ve çok daha iyi anlayabileceksiniz.

Siz biri birinizi ve kendinizi bırakmayınız. İşte asıl korkulacak şey budur:

İnsanın kendini bırakması: Kendi nefsini kontrolü bırakması, eksiklerini düzeltme çabasını bırakması, inançlarını kontrolü bırakması demektir. Kendinizi dikkatle gözden geçiriniz! Önünüze, ardınıza, sağınıza solunuza iyice bakınız! Nerede, neyi unutmuşsanız yeniden ele alınız! Kurtuluşunuz yalnız öyle olacaktır çünkü. Kendini bilen bir insan olabilmek: Kendi, ile cenge girebilmek, nefsinin kontrolünü başarabilmektir. Siz kendinizi çok iyi biliniz. Kendiniz için düşündüğünüzü, yanınızdaki için düşünmüyorsanız “Ben böyleyim” diyemezsiniz. Kendinizi önemli, önemli olduğunuz kadar küçük biliniz. Çünkü ululanmak size çelme olacaktır. İnsan kendini kendinden bile saklar. Eksiklerini düşünmek istemez. Daha kolay ve mücadelesiz geldiğinden insan kendi ile değil de başkaları ile uğraşma yolunu tutar. Aslında insan kendi gibi arkadaşını da düşünmek zorundadır. Çünkü birlikten kuvvet doğar. Sinerji dediğimiz bir güç artışı vardır. Sinerjide ki güç aritmetik bir sırada 1- 2 – 3 – 4 – 5 diye artmaz 1 – 2 – 4 – 8 – 16  şeklinde artar. Burada doğan gücü bir düşünün. Hani bir söz vardır, “Birlikten kuvvet doğar” diye ya, işte aynen öyle. Sizin şüpheniz, önce kendinizden ve sonra bilginizden olsun.  Her güzel ve doğru şeye düşünerek ve aklınızı kullanarak ulaşırsınız. Emekler hiçbir zaman boşa gitmez.Elinizde, gönlünüzde, kafanızda bütün kötülükleri bir kenara itip hayra açın kendinizi.Kötü düşüncelerin ve işlerin kimseye bir faydası olmadı. İyi düşüncelerin ve işlerin ise hayrı çok büyüktür. Eğer şüphede isek, kendi kendimizle yalnız kalacak, yine garip olacağımız kesindir. Kötüde isek, kötülüğün mutlak çıktığı yere geri döneceğini bilen değil miyiz? Hayırdan uzak, şerre yakınsak bunun bizi örteceğini, bağlı olduğumuz yerde, öylece örtülü kalacağımızı bilen değil miyiz? İşte asıl gülünç tarafımız, acınacak yerimiz budur. Her şeyi bilip, her şeyi öğrendiğimiz halde, hiçbir şeyi bilmez gibi gaflet içinde olmamız. Bizim asla kimseyi unutmamamız ve tüm çevremizdeki insan kardeşlerimizi kendimizden ayrı tutmamamız gereklidir. Siz başkasına vereceğinizi, kendinize aldığınızdan kıl boyu ayrı tutmayınız. Biliniz ki, kendinize alabildiğiniz başkasının olabilir ancak. Yoksa beğenmediğinizi vermek, hüner değildir. Ayrıca dağınık olmaktan da kaçınmak gerek. Düzen ve disiplin insanın kendine duyduğu saygıdan ve sevgiden kaynak bulur. Bir şeyi çok iyi biliniz: İnsanın insana farksızlığını. İnsanın insana farksızlığını söylemekten korkuyorsanız, o zaman gerçekten O’na inanmıyor ve kendinizi tanımıyorsunuz demektir. İşe önce kendimizden başlamak istiyorsak, kendi gönlümüzü iyi bilmemiz lazımdır. Bu iş için çalışmalıyız. Önce kendimize kendimizi anlatmalı ve gönlümüzde yatan olumlu ve olumsuz bağımlılıklarımızı ele almalıyız. Nerelerde zaaflarımız var ve bunların üstesinden gelebilmek için neler yapabiliriz. Gerekirse bu konuda yardım alabilir, kitaplar okuyabilir ve bir yol haritası oluşturabiliriz. Bu uğraşılarımız daima bize fayda getirecektir. Gönlümüzdeki çürükleri temizlememiz saf ve temiz bir gönle sahip olmalıyız. Ancak o zaman O’nu gönlümüze alabilir, tertemiz gönlümüzde O’na yer verebiliriz. Gönlü çürüyenler kendilerinden korkmalıdır. Çünkü çürümüş bir gönül O’na asla yer olamaz. Kendinizi şimdi bitkin hissediyorsanız, işte o, içinize dönüp iyice kendinize bakmadığınızdandır. Eğer siz kendinize dönüp de baktığınızda, gönlünüzü tanımaya çalışırken kendinizi böyle durgun, böyle viran görüyorsanız, siz kendinizden korkunuz. Çünkü en büyük kötülüğü kendi kendinize yaparsınız. Durmak, tembellik edip durmak, kötülüklerin en büyüğüdür şüphesiz.

Geldiğiniz yerdir, gideceğiniz yer şüphesiz. Ve orada yolculuğunuzdan sorulunca size, başınızı öne eğmekten korkunuz. Ve orada verdikleriniz sorulunca size, gönlünüzün dile gelmesinden korkunuz. Ve orada aldıklarınızdan sorulunca size, gözlerinizin anlatacağından korkunuz.

Hep Sevgiyle Kalın…

Uzman Psikolog

Ali Rıza Tanaltay

START TYPING AND PRESS ENTER TO SEARCH